-- MİSTİK DÜNYA

İlahi Aşk

İLAHİ AŞK
“Aydınlanmanın Duygu Alanı”

İlahi Aşk

“Aşk nedir?” dediler Mansur’a. “Sabredip bekleyin” dedi.
“Üç güne varmaz görürsünüz.” Önce kollarını ayaklarını kestiler
Her uzvu “Aşk” dedi. Astılar, bedenini o yine “Aşk” dedi.
Yakıp küllerini nehre saçtılar.
Her bir zerresi Aşk ile Enel-Hak dedi.”

Aşk, insan duygusal alanı içinde en karşı konulmaz olanlarından biri. Çağlar boyunca insanın insana, insanın hayvana, doğal dünyaya hatta kendine duyduğu sevgi karşı konulmaz seviyelere gelince bu isimle anılmış. Ümitsiz aşıklar, efsaneler, aşkı için ölenler, öldürenler, bir prensesin aşkı için savaşan toplumlar, işgaller, yazılan şiirler, her yere kazınan baş harfleri, balkon altı serenatlar, gönderilen çiçekler, parfümler, yemekler, dijital aşklar, platonik aşklar, hayali aşklar, tek yanlı ümitsiz aşklar, ömür boyu süren aşklar ve anlattıkça uzayan milyarlarca aşk öyküsü.

Bu sefer farklı bir aşka bakacağız. Bilmediğimiz belki duysakta hissetmediğimiz bir aşka. İlahi Aşka. Ancak konuyu yalnız dinsel anlamıyla değil kültürlerarası ortak öğeleriyle göreceğiz.

Aşkın aldı benden beni / Bana seni gerek seni /
Ben yanarım dünü günü / Bana seni gerek seni
Ben bu sûretten ileri adım Yunus değil iken /

Ben olidim, ol benidim, bu aşkı sunandayıdım.”
Sus Yunus sus söyleme, seni de Mansur gibi asarlar./ Yunus Emre

“Anam aşk, babam aşk, Peygamberim aşk, Allahım aşk, Ben bir aşk çocuğuyum, Bu aleme aşkı ve sevgiyi söylemeye geldim.” / Mevlana

Varoluşuyla başlayan kimlik arayışı insanı çeşitli uygulamalara itmiş. Her araştırma yeni bir fikir yeni bir duygu getirmiş. Ancak dünyanın çeşitli zamanlarında ve yerlerinde bazı insanlar benzer şeyleri söylemiş, hissetmiş ve yansıtmış.

Batıda Panteizm diye anılan felsefe her atomun, her ağacın, her insanın gördüğümüz ve görmediğimiz her nesnenin evrensel bir Tanrı’nın parçaları olduğunu, insan ve Tanrı ayrımının olmadığını savunur. Aynı düşünce tasavvufta Vahdet-i Vücud ve Vahdet-i Şühud olarak iki geleneksel yaklaşıma bölünmüştür.

“İnsanın Tanrı anlayışı evreni kapsayamaz” kabulü ile başlayan anlatımlar yine de insanın tüm evrenin akışının ayrılmaz bir parçası olabileceğini söyler. Bilinç daha önce bir zarla ayrı kaldığı ben dediği beden ve ruh dualitesini teklik bilincine aktarabilir. Bunun olanaklı olduğunu savunan tüm öğretilerde ortak bir yön vardır.

Zen’deki “Geçitsiz Geçit”, Gerçek Akıl aklın yokluğudur. Fenafullah, Vecd, Brahman bilinci, Taoist felsefe dikkatle okunduğunda aynı aşkın durumun anlatıldığı görülür. Zihinle çıkılan yolda. Bir manevra zihne derin bir sessizlik getirir. Durmak bilmeyen düşünce akışı susmuştur. Kimlik tanımlanamaz bir alana dönüşmüştür. Çatışması biten zihin durgun bir göl gibi artık dalgalanmamaktadır. Bilinç şu ana odaklanmış ayırmadan bölmeden sınıflandırmadan, onaylamadan ve reddetmeden gözlemektedir. Şuurun evrenle kopacağı hiçbir yer kalmamamıştır. Kişi Satoriye ulaşmış, ermiş, Aziz olmuş Aşkın bilince geçmiştir. Ama orada kendisi yoktur.

“Gökyüzü nasıl da mavi,/ Bak kuyudan su çekiyorum,
Ormandan odun taşıyorum.” / Zen Şiiri

Tarifi son derece garip gelen ve bu adamın eline doğru kabul edersek ne geçmiştir dedirten bir dönüşümdür bu. Kafayı bulmaktan uyuşmaktan bir travma geçirmekten ne farkı vardır sorularını geitirir. Ya da klinik bir şizofreni vakasından farkı nedir?

Sanırım fark ve gerçek o kişiler için son derece açık. Çünkü isimleri sevgiyle saygıyla anılıyor. Mevlana, Santa Claus, Yunus Emre, Buda, Krishnamurti, Nisargadatha Maharaj vb.) Ancak dışarıdan bakan biz araştırcıları ikna edecek nedir? Bir değişim olmuş mudur? O insanların sonsuz sevgisini enerjisini hatta belki sıradışı pek çok eylem ve oluş hallerini görebiliriz. Kendi bilincimizde değişimin gerçekliğini nasıl ispatlarız?

İşte Aşk, burada imdada gelir. Boşluk kadar sonsuz sessizlik kadar yakan kavuran önünde durulmayan bir Aşk her birinin hem dilinden hem eylemlerinden dökülür.

Aşk diyerek anlattıkları durumda çevrelerindeki herşeyi sevdikleri tanım ötesi olan hakkında konuşulamayan bilinç durumunun yansıması olarak görürler. Artık onlar ölümsüz bir oluş ve farkındalık içindedirler. Bilinç ve akıl doğacak ve ölecektir onlarsa dünyanın kendi içlerinde cereyan ettiğini söyleyecektir.

İlahi Aşk sırlarla dolu bir sırdır. Anlatması sırdır. Anlaması sırdır. Paylaşması sırdır. Bu her çeşit dinin figürleri içine hatta günümüzün Matrix bilinçlerine kadar girmiş, Fizik biliminin Quantum belirsizliklerinde tüm evreni oluşturan quark denizinde ortak bilinç alanları olarak ortaya çıkmış olağanüstü bir potansiyeldir. İnsan evriminin bir sonraki adımıdır. Ancak yine aynı soruyu sormak biz okuyan merak eden ve doğruluğunu sorgulayanlar için şarttır. Bilinç üzerinde kökten değişimi sağlayacak beyni bu Aşk akışıyla açacak süperbilinç halinin anahtarı nedir?

“Bu bilgiyi arayarak bulamazsın.
Ama ne var ki bulanlar, yalnızca aramış olanlardır.
Bu cüppenin altında Tanrı’dan başkası yoktur. / Beyazıt-Bistami”

Cevap verenler sadece koanlarla, paradokslarla anlaşılması zor sorularla olur. Bu sorular ikili şartlanmış gece/gündüz, doğru/yanlış, beyaz/siyah şeklinde kodlanmış bir aklı paralize edecek yapıdadır.

“Bana tek elin sesini göster”. /  “Annenle baban seni doğurmadan önceki yüzünü hatırla.” / ” Hiçbirşey yapmamak. / Wu-wei”

İçinden çıkılması her cevapla zihin kesin bir duyguyla yüzleşir. Cevap, aradığı o kesin varoluş bilinç alanı içinde değildir. Bu aşkı görenler içinse bunu zihin diliyle anlatmak imkansızdır. Tanımlama için gerekli duygusal karşılıklar yoktur. Tanımlama için gerekli olan zıtlıklar yoktur. Tarif edilmek istenen şuur hali tariflerin ötesindedir. Bu nedenle ustalar şaşırtıcı şeyler yaparlar. Çoğunlukla cevap vermez susarlar. Ya da uzakdoğu’da çok ünlü bir kalıpla konuşurlar.

“Sana verecek hiçbirşeyim yok. Hazinen dururken benimkini mi istiyorsun?”
“Yemeğini yedinse git kapları yıka”
“Bırak bu senliği benliği”

Tüm bunlar aynı evrensel şuurun parçalı bir zihinde akseden yarım ifadeleridir.
Aşk ise öylesine bütünseldir ki “Onları affet” der “Ne yaptıklarını bilmiyorlar” Bu sevgi öylesine bütündür ki bir ata vurulduğunda kendi bedeninde hisseder acısını, öylesine nefes aldırmazdır ki semalara koşturur, şiirler dillendirir, en kötüye bağışlama yüreğini açar, en karanlığa ışık götürür.

O kadar sessiz ve karanlık ki ona Boşluk diyoruz. Tao Te King

İnsanlar benleriyle sevdikçe bu Aşk bilinmez. Sadece o Aşka dalanların pervaneler gibi o ışığın aşkıyla daldıklarını duyarsınız ateşe yanıp dirildiklerini tekrar yandıklarını tekrar attıklarını görürsünüz o ateşe. Mecnunlar bile utanır onların sevgisi karşısında İlahi Aşk işte öyle birşeydir.

Kaynakça:
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=hallaci+mansur
http://www.mevlana.net
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=yunus+emre
http://www.yunusemre.com/
http://sircasaray.turkiye.org/mevlana/mesnevi.html
http://www.sufism.20m.com/celaleddin.htm
http://www.kfa.org
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=panteizm

Yorum Yazın

Yorum

Webmentions

  • Siddhartha » GÜNEŞİN TAM İÇİNDE - Sarışın Site

    […] aşık, sen aşkı ararken, aşk da seni arar. Ama o seni hemen şuracıkta arar, sen onu çok […]